Ebru Teknesi Tefekkür Teknesi

Biz Ebru’yu teknik olarak tarif ediyoruz. Yoğunlaştırılmış su üzerinde yüzdürülen ödle karıştırılmış boyalar, desenlere dönüştürülüp kağıda transfer ediliyor…

Ebru için “gizem sanatı” ifadesini kullanıyorsunuz. Ebru’nun gizemi nereden geliyor?

Biz Ebru’yu teknik olarak tarif ediyoruz. Yoğunlaştırılmış su üzerinde yüzdürülen ödle karıştırılmış boyalar, desenlere dönüştürülüp kağıda transfer ediliyor. Biz bunu tarif ediyoruz ama görüntü olarak tarifini maalesef yapamıyoruz. Oluşan desenler mikro alemden makro aleme kadar zaten var. Mikroskopla görülen kan hücreleri, doktorların kullandıkları histoloji atlaslarındaki şekiller Ebru’ya çok benziyor. Venüs gezegeninden gelen bazı fotoğraflarla da çok benzerlikler var.

Kur’an-Kerim’de bir ayette: “Her şeyin sudan yaratıldığını bilmezler mi?”diyor. Yani suda büyük bir gizem var. Cenab-ı Allah bize yaratılışla ilgili sırlarını mı ifşa ediyor, bir türlü çözemedim, iç içe bir gizem yumağı. Ebru yaparken ustanın eser üzerinde fazla bir müdahalesi yok. Şurası şöyle olsun, şu noktayı şuraya benzeteyim diye bir şey yok. Ebru’da tekrar yok, vahdaniyet var. Parmak izi gibi, Ebru’nun gizemi buradan kaynaklanıyor.

Ebru Sanatına hiç kimsenin yardımı olmadan başladınız ve bu güne kadar devam ettirdiniz. Kendi kendinizin hocalığını yapmanız nasıl bir duygu?

Ben Ebru Sanatına gönül verdiğim yıllarda, bu sanat hiç ilgi, itibar görmüyordu. Ben bu işe başladım diye çok yadırgandım. Arkadaşlarım “Kendine doğru dürüst bir iş bul, aç kalırsın, sefil perişan olursun; hatta sen bağnaz mısın, yobaz mısın” gibi eleştirilerde bulundular. Batı prensip kurallarına göre eğitim gördüm, Allah’a hamd olsun bana başka bir kapı açtı. O yıllarda bu sanatla ilgilenen birkaç kişi vardı. Onlarda Ebru’ya kırgındılar. Çünkü marifet iltifata tabidir. Sanatçı marifet gösteriyor ama kimse buna iltifat etmiyor. Bir lira, bir ekmek parası, ama kimse Ebru almıyor. Yirmi beş kuruşa Ebru satmaya çalışırdım. Kimse de almazdı. Altmışlı-yetmişli yıllar. O dönemde Ebru öğrenebileceğim ustalar ve bu sanatın bir eğitim sistemi de yoktu. Ebru öğrenecek kimseyi bulamadım. Fakat bu gönle düşen aşk sönmedi, kendi kendime aramaya başladım. Şimdiki öğrencilerim çok şanslı, onlara birkaç ayda öğrettiklerim benim yıllarımı aldı. Senelerce bunu öğrenmek için çaba sarfettim.

“Ebru sanatı Allah’ı hatırlatır, bu ilahi güzelliğin yansımasıdır” diyorsunuz. Allah bununla bize bir mesaj mı veriyor?

Zaten her an bir imtihan içerisindeyiz. Ebru teknesi bir tefekkür teknesidir. Eğer onun başına oturup tefekkür ederseniz… Allah’ı hatırlatan o kadar çok şey var ki… Her eser Allah’ın vahdaniyetini bize gösteriyor. Orda oluşan şekiller, biçimler insan iradesinin ne kadar cüzi olduğunu gösteriyor. Eski ustalar buna “zuhurat sanatı” demişler, yani kendi kendine zuhur ediyor. Yine büyük ustalar işe başlarken boyabdesti alırlar, dua okurlar; “Yarabbi tecelli eden sensin, ola ki buna kendimden pay çıkartıp da bunu bana mal etme” deyip başlarlarmış.

Hocam Ebru yaparken ruh dinginliğinin olması şart mı?

Dinginlik zaten Ebru’nun kendisinden geliyor. Ebru yapmaya oturduğunuz zaman o dinginliğin olması gerekiyor. Bunun öncesinde sabır ve çile var. O yolu aştıktan sonra çok hızlı gelişen bir şey Ebru. Kavanozdaki boyalar birkaç dakika içinde bitmiş esere dönüşebilir.  Bu hız başka hiçbir sanatta yok. Ne resimde, ne müzikte ne de edebiyatta… Aylar haftalar sürebiliyor, ama Ebru öyle değil. O hız işte müthiş bir dinginlik sağlıyor.

Ebru Sanatı hazır boyalar kullanılarak da yapılabilir. Ama sizin tercihiniz doğal boyalar. Hazırlık dönemi diyebileceğimiz bu dönem de sabır gerektiriyor değil mi?

Tabi, önce hazırlık dönemi var. Çile çekmeden olmuyor tabi. İlim, irfan ve hilm. Bunlar üç adım. İlim nedir? Ebru’yla ilgili temel bilgiler öğrenilir. Boyanın ezilmesi, içine öd karıştırılması, gül dalına at kuyruğu bağlanması… Bir usta bunları yapar ve yaşar hale gelirse, bu bilgiye ulaşır, psikolojide buna katharsis denir. El-Halim tecellisi (yumuşaklık) O çile hali, boyaların rengi, dimağlarda o dinginliği oluşturur. Bunlar çok önemli.

Bir sanatçının hilm sahibi olması çok mu gerekli?

Bakın bunu Osmanlı büyük bir itinayla meydana getirmiştir. Osmanlı padişahlarının hepsi bir sanat eğitiminden geçmişlerdir, Osman’dan Vahdettin’e kadar. Dünyanın hiçbir toplumunda olmayan kültürel bir zenginliktir bu. Bunun sebebi ise, hilm sahibi olsunlar ve tebaalarındaki insanlara yumuşak davransınlar. Hilim sahibi olan insan kötü duygulardan arınmış olur. Kibirden, yalandan, öfkeden, gıybetten… Bir sürü negatif duygular. Hepimiz bunu kısmen yaşıyoruz. Ebru’yla uğraşınca bunlar azalıyor. İslam sanatlarının hemen hemen hepsinde, Ebru’da olduğu gibi, sanat yoluyla Hakk’a ulaşmak vardır. Cenab-ı Hakk’ın yarattığı güzelliklerle yine O’na yaklaşmak. Bunu Necip Fazıl veciz bir ifadeyle “Anladım sanat işi Hakk’ı aramakmış/ Marifet bu, gerisi çelik çomakmış.”

Sanatçılar eselerinde imzalarını kullanırlar. Siz eserlerinizde imza yerine “Hikmet-i Hüda” idafesini kullanıyorsunuz. Bunun sebebini açıklayabilir misiniz?

Şimdi efendim bizim yaptığımız sanat değil, bizim yaptığımız zanaat, ya da senaat. Sanat sözü maalesef çok ucuzladı. Herkes çıkıp çok rahat bir şekilde ben sanatçıyım diyor, halbuki sanatçıyım diyebilmek için çok cesur olmak gerekiyor. Biz bu konuda imtina ediyoruz. Biz zenaatkarız. Zenaatkar eserine imza atamaz. Eskiden beri gelen bir adettir. Bu adet de derviş tevazusu gerektirir. Kişi esere imzasını attığı zaman işin içine kendisi girer. “Bunu ben yaptım!” diyor, nerde sen yaptın? Nerden geldi o ilham, o enerji, imza atma diye bir gelenek yoktur Ebru’da. İmzasız eser günümüzde pirim yapmayacak diye kabul edildi, kimin yaptığı bilinsin ki o kişinin rantı artsın. Porto Rriko’da uluslararası bir toplantıda, üstüne basa basa dediler ki, zanaatkar eserine imza atmamalıdır. Ben de bu konuda özellikle imtina ettim. Eserlerime imza atmadım. Daha sonra çerçeveleri söktürülerek eserlerime imza atmak zorunda bırakıldım. Tabi değirmenin suyu gelecek ki değirmen dönsün. Fakat ben kendimi aradan çıkardım ve imzam yerine “Hikmet-i Hüda” ifadesini yazdım. 

Literatüre kazandırdığınız “Barut Ebru” nasıl ortaya çıktı?

Klasik Ebru’yu buluşum “Barut Ebru”dan sonra oldu. Yıllar içinde farkında olmadan çalışmalarımla yeni bir tarz oluşturmuşum. Bu arayışlar içinde ortaya çıkan yeni bir tekniği  başka malzemeler üzerinde denemeye başladım. Kağıtta, kumaşta ve ahşapta uyguladım. Dolayısıyla tarih içinde bir kağıt süslemesi olan Ebru, birden açısını değiştirdi. Bu konuda eleştirilerde oldu önceleri ama, neden yeni açılımlar olmasın.

Description: http://hacirebukumyilmaz.com/wp-content/uploads/2020/03/100-0010-1024x646.jpgCrescentecExifImageTitle

Erbu’ya başladığınız dönemle bugünkü ilgi arasında nasıl bir fark var?

Yetmişli yılladan itibaren Ebru sanatına ilgi başladı. Fakat doksanlı yıllardan sonra çok ciddi anlamda geleneksel sanatlara yönelim başladı bütün dünyada, yalnız bizde değil. Şimdi modern sanatın –hepsinin değil- büyük bir aldatmaca olduğu ortaya çıkıyor. Boyayı tutup kağıda salla, at, ben sanat yaptım de, böyle şey olmaz, altyapısı olmalı, bir felsefesi olmalı.

1973’te Ebru yapmaya başladım ve dokuz yıl sonra sergi açmak için ilk teşebbüsüm oldu. O zaman reddedildi, bunun sanat değeri yok diye, o yazı hala duruyor bende, fakat daha sonra 1982 yılında ilk sergim Almanya’da açıldı. Orada büyük bir firma benden binlerce Ebru aldı ve dünyaya dağıttı. Daha sonra ikinci sergim Londra’da Royal College Of Art’ta açıldı. Şimdi iki ay kurs görüp sergi açmak isteyen öğrenciler var maşallah… Sonra  Türkiye’de Ebru kabul görmeye başladı. Şimdi aynı kurum jüriyle sanatçı seçiyor, sanatçılar da para ödeyerek sergi açıyorlar. Bu galeri yedi-sekiz yıldır benden ücret talep etmeden gel burada sergi aç diyorlar.

(O zaman bir halvet durumu diyebilir buna)

Evet tabi, çünkü Ebru, bir tefekkür teknesidir.

Müzik eşliğinde Ebru çalışıyorsunuz. Müziğin ahengi Ebru’ya yansıyor mu?

Elbette yansıyor, özellikle Klasik Türk Müziği eşliğinde çalışıyoruz. Değişik makamların değişik ruhlarda yaptığı etkiler var. Bu artık kanıtlanmış. Darüşşifa’da dokuzuncu asırdan beri kullanılan yöntemler bunlar. Her makamın insan psikoloji üzerinde olumlu etkileri vardır.

Ebu’daki desenleriyle insan psikolojisi arasında bir bağ var mı?

Evet var tabi. Ona göre renk seçiliyor, desen seçiliyor, zihninde çok önemli etkisi var. Bizde negatif enerji üretmek yasaktır. Bazen kazara öğrencilerimiz ağızlarından kaçırıyorlar, Allah kahretmesin diye.

Su enerji taşıyan bir varlıktır. Biz daha önce bunu bilmiyorduk, bu çok da önemli değil, bizim imanımız gaybe imandır. Bir Japon doktor suyun moleküllerini incelemiş, suya müzik dinletmişler veya suyun yüzüne küfretmişler. Daha sonra incelediklerinde suyun kristal yapılarının değiştiğini gözlemlemişler. Su bu şekilde sese tepki veriyor. Eğer negatif tepki alırsa su yüzeyindeki boyalar karışıyor. Boya su dibine çöküyor. Müzik de suya bir şekilde olumlu etki yapıyor, buna çok kez şahit olduk.

Ebru’yla ilgili akademik araştırmalar yeterli midir?

Geçmiş yılları düşünürsek şimdiki duruma şükrediyoruz. Ebru bir çok Üniversitede ders haline geldi. Marmara üüüüü ekle derse verdiğini ….

Anadolu’daki bir kaç fakültede de bu bölümler açıldı. Şimdiki öğrencilerimiz aşkla şevkle ilgi gösteriyorlar. İnşallah şimdiki gençlerimiz umutluyuz.

Öğrencilerinizde gözlemlediğiniz….

Ben bu gelişmeyi pozitif yönde sürekli izliyorum. Huylarında meydana gelen değişiklikler oluyor. Hatta çarpıcı güzel örneklerde zaman zaman duyuyoruz. Birkaç yıl önce çocuğu olan bir hanım geliyordu kursumuza, bir gün evde konuşurlarken kadın çocuğunu evde bırakmaktan dolayı rahatsız olduğundan bahsetmiş, ben artık kursa gitmeyeyim demiş, kayın validesi hemen atılmış, aman kızım demiş sakın gitmemezlik yapma, çocuğa ben bakarım, sen gittin oraya huyun değişti, sen eskiden sinirliydin, sinirlerin yatıştı…

Zihinsel engelli çocuklara Viyanada

Hazırlık olduktan sonra Ebru yapmak birkaç dakikalık bir iş. Biz basit yardımlarla çocuklara Ebru yaptırdığımız zaman o çocuklarda büyük bir haz, neşe ve mutluluk görüyoruz. Ebru’da kullandığımız boyalar tabii boyalar, tabiattan elde edilen toprak boyalar. Dolayısıyla hangisini hangisiyle karıştırsak da sonuçta armonik bir şey çıkıyor ortaya. Şekil olarak o soyut resimlerin hepsi bir armoni içinde. Terslik, zıtlık, korkutan ürküten hiçbir şey yok. Çocuklar ortaya çıkan resmi mutlulukla karşılıyorlar. Bembeyaz kağıt bir anda rengarenk bir hal alıyor. Çocuğun o anda gördüğü mutluluk, o heyecan, o neşe, onun doğal olarak psikolojisine tesir ediyor ve o gün boyunca rahatlık içinde oluyor. Zihinsel özürlülerin dışında psikolojik rahatsızlığı olanlar için de son derece yararlı. Hele büyük şehirde yaşayanlar için, stresli ortamlarda çalışanlar için son derece faydalı. Zamanla insanların dış dünyayla olan iç dünyaları arasında oluşan kalın duvarları yavaş yavaş aşmasını, sıfırlamasını sağlıyor.

Hikmet Barutçugil Kimdir?

1952’de Malatya’da doğdu. 1973’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulunda tekstil eğitimine başladı. Öğreniminin ilk yılında tanıdığı ve öğrencisi olduğu Prof. Emin Barın’ın teşvikleriyle hat sanatına ilgi duydu . Buna bağlı olarak ebru sanatına büyük bir sevgi ile bağlandı. Bu sevgi daha sonra aşka dönüştü. Bu sanatı, bu güne kadar aralıksız devam ettiren sanatçı, ebruyu her zaman bir bilim dalı gibi görüp geliştirmeyi hedefledi. Kendi kendine sürdürdüğü çalışmaları tüm öğrencilik yıllarında devam etti.1977’de Akademi den tekstil desinatörü olarak mezun oldu. Okuldan sonra çalışmalarını ebru üzerine yoğunlaştırdı. 1978-1981 yılları arasında ihtisas için gittiği Londra da da araştırma ve çalışmaların aralıksız sürdürdü. Bu sanatı yaşatmak için yaşamanın gereğine inandığından, günlük kullanım araçlarına ve iç mimaride, dekorasyonda kullanılır ürünler geliştirdi. Daha önce görülmemiş ebru türleri denedi. Literatüre; “Barut Ebrusu” adıyla geçen ebru türünü bulan kişi olarak geçti. Türk Ebru Sanatı’nı tanıtmak ve yaymak amacı ile yurtiçinde ve yurtdışında Amerika, Kanada, Almanya, Hollanda, Danimarka, İspanya, Avusturya, İngiltere, Mısır, Tunus, İsveç, Suriye, Ürdün, Pakistan. Hindistan gibi birçok ülkede sergiler açtı seminer düzenledi. Royal College Of Art (Londra), Internationale Gesellschaft für Musik-Ethnologie und Kunsttherapy Forschung (Viyana), Otonom University (Madrid), University of Graz(Avusturya), Basel Paper Museum (İsviçre), Boston Üniversitesi (ABD.) ve Lok Virsa Museum’da (Islamabad-Pakistan) dersler verdi. Dünya çapındaki birçok müzede sergiler açtı. Uluslar arası ödüller aldı. Bu güne kadar yurt dışında 97, yurt içinde 46 kurs ve seminerin yanı sıra, yurt dışında 56 ve Türkiye’de 44 sergi açtı. Barutcugil’in bunlara ek olarak, London British Museum, Basel Paper Museum ve özel koleksiyonlarda sürekli olarak sergilenen eserleri bulunmaktadır. Ebru sanatı ile ilgili bir çok TV programları ve bazı dergide röportajları yayınlandı. Bu konuda yayımlanmış birçok makalesi olan Hikmet Barutcugil’in ‘Renklerin Sonsuzluğu’, ‘Suyun Renklerle Dansı’ ve ‘Suyun rüyası’ adlı yayınlanmış üç kitabı da bulunmaktadır. 1996 yılında İstanbul, Üsküdar da kurduğu “Ebristan” İstanbul Ebru Evi’nde halen kağıt, kumaş, seramik cam, ahşap ve mum vb. gibi malzemeler üzerine ebru çalışmaların yanı sıra, hat, tezhip, minyatür, cilt gibi diğer geleneksel sanatları da uygulayarak sürdürmektedir. Hikmet Barutcugil’in eğitim faaliyetleri; Mimar Sinan Üniversitesi, Geleneksel Türk Sanatları bölümü, Marmara Üniversitesi GSF., Ebristan (İstanbul Ebru Evi) ve bazı eğitim kurumlarında devam etmektedir.

Share: