Başkaldırmıyorsa, nedir ki şiir?
Ortadoğu’da kanayan yara her geçen gün derinleşip dünya tarihine unutulmayacak izler bırakıyor. Uğruna canlar verilen bu kültür coğrafyasında, gözyaşları durmadan yeni umutlar yeşertiyor. Bir çok şair, ülkesini yöneten diktatörün emrine övgü dolu şiirler sunarken, kimileri de hayatlarını halklarının özgürlüğüne adadı. Yürekte kıvılcım bulan acının, ezilmişliğin, çaresizliğin sesini dünyaya duyurmak için haykıranlardan biri Nizar Kabbani.
Arap edebiyatının ünlü şairlerinden Nizar Kabbani 21 mart 1923’te Şam’da doğdu. Yaşam serüvenine çocuk yaşlarda resim ve müzikle uğraşarak başladı. Şam’da hukuk öğrenimi gördükten sonra diplomat olarak ülkesini Asya ve Avrupa’da temsil etti. Siyasi yaşamının yoğunluğu devam ederken bile şiiri elden bırakmadı. On dokuz yaşında yayınlanan “Esmerim Anlattı Bana” adlı kitabıyla tanındı. Şam Üniversitesi’nde hukuk okurken yazdığı “Semra Bana Dedi Ki” adlı eserinde dilin sadeliği ve anlatımdaki akıcılıkla dikkatleri üzerine çekti. Kadın ve aşk temalarını özgürleştirmeye çalışan tutumundan dolayı sert eleştirilere hedef oldu. Dönemin önde gelen alimleri tarafından “şımarıklık”la suçlandı. Kabbani kendisine yöneltilen eleştirilere aldırmadan aşkın serbestçe yazılması için kadının özgür olması gerektiğini savundu. Onu eleştirenlere şiirle yanıt verdi. “Aşk ey sevgilim/ ayın üstüne yazılmış güzel bir kasidedir/ Aşk bütün ağaç yapraklarının üstüne çizilmiş/ Kuşların tüylerine, yağmur damlalarına/ İşlenmiş aşk/ Fakat memleketimde/ Elli taşla kovalan hangi kadın/ Erkekleri sevebilir.”
Arap edebiyatında görülmemiş tarzda açık bir anlatım kullanan Kabbani’yi eleştirenlerin yanı sıra, onu ilgiyle takip edenlerin sayısı da gün geçtikçe arttı. 1948’de “Tufuletu Nehr” şairin ikinci kitabı olarak Kahire’de basıldı. Bu eser de diğerleri gibi alev topunu üstüne çekmeye yetti. Bir çok eleştirmen Nizar Kabbani’nin şiirlerini ikiye ayırmıştır: Aşk şiirleri ve dikta rejimlere silah olarak kullandığı siyasal şiirleri. Ortadoğu gerçeğini sık sık şiirlerine konu eden Kabbani, yönetimle anlaşamadığı için diplomatlığı bıraktı. Beyrut’ta kendi ismiyle bir yayınevi kurdu. Şiir çalışmalarına burada devam etti. “Ey şiirin dostları!/ Ben ateş ağacıyım, hasretlerin kahiniyim ben/ Elli milyon aşığın resmi sözcüsüyüm.” diyerek haksızlığın karşısına dikildi:
“Dostlarım
Başkaldırmıyorsa, nedir ki şiir?
Azgınları ve azışları devirmiyorsa, nedir ki şiir?
Zamanda ve mekanda
Sarsıntı yapmıyorsa, nedir ki şiir?
Kisra Nuşirevan’ın başındaki tacı
Yere çalmıyorsa, nedir ki şiir?”
Kabbani’nin şiirine yüklediği misyon bu mısralardan kolayca anlaşılır. Arap dünyasında dikta rejimlerin yıllarca süregelen baskılarına cevaptır Kabbani’nin şiirleri. 1967’de İsrail’in tüm Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmesi, şairin öfkesini daha da artırdı. Eserlerini kızgınlığın, öfkenin ve isyanın diliyle yazdı. Bu tutumu Mısır’da Nasır yönetimi ve edebiyat çevresince tepkiyle karşılandı. Gerçeğe taş atmanın hiç bir anlamı olamazdı. “Altı Gün Savaşı” adlı çalışmasıyla politik şiirin öncüsü ve yeni şairlerin yol göstericisidir artık. Arap ülkelerinin politik hassasiyetleri sebebiyle şiirlerinin yayınlanması sorun haline geldi. Eserlerinin yaşamını tehdit ettiğini ve baskıların gün geçtikçe arttığını gören Kabbani bazı eserlerinin basılmasına izin vermedi. “Zorbalığın var olduğu bir ortamda aşk ve özgürlük serpilip büyüyemez.”
”Boya kutusunu önüme koyuyor oğlum
Bir kuş çizmemi istiyor benden
Kül rengine batırıyorum fırçayı
Bir dörtgen çiziyorum, üstüne bir kilit ve çubuklar
Oğlum, gözleri dehşet dolu, diyor ki bana:
“Ama bu bir hapishane…
Yoksa bilmiyor musun baba, kuş çizmeyi sen?”
Oğlum, diyorum ona, ayıplama beni
Kuşların biçimini unuttum inan.
…
Oğlum kalemlerini, boya kutusunu önüme koyuyor
Bir yurt çizmemi istiyor benden
Fırça titriyor elimde
Ağlayarak düşüyorum…”
Diktatör Hafız Esad yönetiminin baskıları, yurdundan çok uzaklarda yaşamaya zorladı Nizar Kabbani’yi. Rejime başkaldırdığı gerekçesiyle sürgün edildi. Bunun acısını sürekli içinde taşıyan Kabbani ölümüne dek yurtdışında yaşadı. Günlüğüne işlediği sürgün satırlarında: “Sevgisiz, şefkatsiz ve şiirsiz otuz yıldan sonra kendimi yalnız kalmış hissediyorum. Bütün buharlı gemiler gitti, bütün atlar kocadı, aradığım telefonların hiçbiri cevap vermiyor…” Nizar Kabbani 30 Nisan 1988’de Londra da yaşama veda etti.
Hayatı boyunca Ortadoğu gerçeğini kaleme alan Nizar Kabbani bugün yaşıyor olsaydı Kudüs yerine Bağdat’ı yazardı hiç şüphesiz. Tarih yanıltmadı Ortadoğu denilince yüreğimizin her zaman hüzne bürünmesi gerektiğini. Yıkıntıların örttüğü canlar, direnişin zayıf sesi, gözyaşı ve dualar… Tarihi kent Bağdat yağmalandı. El yazımı kitaplarla dolu onlarca kütüphane ve müzeyle birlikte kültür haritası tarihten silindi. Bir daha geri gelmeyecek olan sayfaların yası sessiz olmamalıydı. Arap edebiyatı, hayatı boyunca başkaldırının gerekliliğini savunan Nizar Kabbani gibi kalemini özgürlük için kullanan başka bir şair çıkartamadı.
İsrail’in Filistin topraklarını haksız yere işgalinden sonra kaleme aldığı “Kudüs” adlı şiir, Nizar Kabbani’nin en ünlü şiirlerinden biridir.
KUDÜS
Ağladım tükendi gözyaşım ağladım
Ağladım mumlar bitti ağladım namaz kıldım
Bitirdi beni vardığım rükular
Sende Muhammed’i Yesuğ’u aradım
Ey Kudüs Ey peygamberler kokusu
Ey yerin göklere en yakın avlusu
Ey Kudüs ey yolların ışığı
Ey parmaklarını yakan güzel çocuk
Ey Peygamber’in geçtiği gölgeli ova
Hüzünlü gözlerinle ey kentlerin incisi
Acıdır cadde taşları
Acıdır müezzin sesleri
Ey Kudüs ey sevdaya bürünen güzel
Kimdir Kıyamet Kilisesi’nde çalan çanları
Pazar sabahları
Kim getirir çocuklara oyunları
Milat gece yarıları
Ey Kudüs ey kentlerin acılısı
Ey gözkapakları arasında kabaran büyük
gözyaşı (damlası)
Kim durdurur düşmanları
Sana karşı ey dinlerin gerdanlığı
Kim siler kanları duvar taşlarından
İncil’i kim kurtarır
Kur’an’ı kim kurtarır
Kim kurtarır İsa’yı İsa’yı öldürenlerden
İnsanı kim kurtarır
Ey Kudüs ey kentim
Ey Kudüs ey sevgilim
Yarın çiçek açacak limon ağaçları
Açılıyor yeşil sümbüller zeytinler
Gülüyor gözler
Dönüyor giden güvercinler gene
Tertemiz masmavi göklere
Dönüyor çocuklar oyunlarına
Babalarla oğullar buluşuyor
Senin çiçekli tepelerinde
Ey zeytin ülkesi ey selam ülkesi
(Çev: İbrahim Demirci)