Eski Ramazanlara Dair

Nihayet on bir ayın sultanı geldi ve sofralarımıza kendine has bereketiyle konuk oldu. Sahurla başlayan ramazan iftar sofralarının cümbüşüyle yerini eğlenceye bıraktı. Her sene geçmişi hatıra kılan bir ramazan atmosferi, bizden yaşça büyük olanlara “ah o eski ramazanlar” dedirtir. Şüphesiz gün geçtikçe geleneğimize has özellikler kaybolmakta, yaşanmış güzellikler bir sonraki kuşağa aktarılamamaktadır.

Eski ramazanlar, hali vakti yerinde olanların konaklarda verdikleri davetlerle şenlenir, zengin sofralar kurulurdu. İftar sofrasına davetsiz gitmek nezaketten kabul edilir ahbaplık ve komşuluk ilişkileri geliştirilirdi. Fakir fukara için ikram olan iftar yemeklerinde bahşiş verilir gönül hoşluğu sağlanırdı. Akraba ziyaretleri daha sık yapılır, saygıda itina gösterilirdi.

Ramazan boyunca hayır işlerinde koşuşturanlar kutsal mekanları ziyarette bulunur, dua eder ve böylece vakit geçirirlerdi. İftara sofra kurmak tatlı bir telaşı beraberinde getirir, sabırsızlıkla mutfaktaki hazırlığın bitimi beklenirdi.

İftar sofralarının çeşitliliği ve zenginliği iştahın sabırda sebat etmesini zorlaştırır, nefsin imtihanı olurdu adeta. İftara yakın ramazan pidesi almak için fırının önünde kuyruklar görülür, herkes biran önce eve varmak için yarış halinde olurdu adeta. Sofrada oruç açmak için envai çeşit çerez bulunurdu. Hurma, zeytin, kaşar peyniri… Konaklarda oruç açmak için zemzem suyu tercih edilir, sofranın bereketi için dualar okunurdu. İftar yemeği yendikten sonra kahveler içilir teravih namazı için kollar sıvanır abdest alınırdı. Cemaat ya camide ya da konaklarda kılardı teravih namazını. Teravihten çıkıldıktan sonra herkes kahvelere doluşur karagöz oyunu, meddah ve orta oyunu izlemeye koyulurdu. Kimi zaman karagöz oyununa yetişmek için teravih namazı kısa tutulur on dakikaya sığdırılırdı.

Usta mahyacılar, ramazanın on beş gecesi, iki minarenin arasını kandillerden yazılarla bezerlerdi. İlk günlerde “Merhaba”, “Hoş geldin”, yazıları yazılır daha sonra çiçek motifleriyle süslenirdi minareler. Gül, karanfil lale…

Ünlülerin Kaleminden Eski Ramazanlar

Yahya Kemal Beyatlı

“Bugünkü Türkler siyasiyatta, ilmi, medeniyeti, hayatı telakkki de daima üçe ayrıldıkları gibi ramazanı tahassüste de üçe ayrılıyorlar. Bu üç zümrenin yalnız müşterek bir noktası var! Ramazana tahassür! Bir zümreye göre ramazan bir şehrayindir. Çörekli börekli, davullu dümbelekli, meddahlı Karagözlü, kahveli nargileli, şuruplu şerbetli bir şehrayin.

Bu zümrenin ramazan geldi mi hasreti coşuyor, hey gidi günler hey! Nerede eski ramazanlar diye bir acıklı hikayedir tutturuyorlar ki her mevzu gibi yavaş yavaş beylik üsluba geçecek. İkinci bir zümre başta Darü’l-Hikmetü’l-İslamiyye ve bütün muttakîler ramazanı böyle anlayışa sinirleniyorlar, diyorlar ki: “Ramazanı bizim mütemeddinlerimizin sevdiği tarzda, bir şehrayindir, rengarenk günagün levhaları olan bir eski Şark alemidir, diye frenkler de seviyor… Ramazan nefsimizle dünyevî hırslarımızla mücadele ettiğimiz bir aydır. Camilerimizde potinlerini çıkaramayanlar, pantolonları yüzünden diz çökemeyenler bir gün, hatta o da değil, iftara kadar ancak bir kaç saat açlığa katlanamayanlar, neden seviniyorlar?”

Lakin bir zamandır bu memlekette bir üçüncü zümre türedi. Bu zümre diyor ki: “Senede bir defa gelen bu otuz günlük sürekli şehrayin içinde büyük mazinin şaşaasını yaşıyoruz; lakin bu levha mazidir, biz onun içinde bir müzede dolaşır gibi dolaşıyoruz, zevk alıyoruz, eğleniyoruz.

Eski İslam medeniyeti söndükten sonra İslam imanı da gevşedi. İbadet bile ancak bir teamül haline girdi. Kimi eski ramazanlara mütehassir, kimi ramazanı cedlerimizin lezzetiyle hala yaşıyor. Kimi ramazanın da her şey gibi zevalinden korkuyor. Mamafih ramazan eski medeniyetimizin ufak tefek güzellikleriyle devrine devam ediyor. Her sene gibi bu sene de ramazana girerken biraz gurbetten çıkacağız.

Refik Halit KARAY

“Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktu ki… Gözüne kestirdiğine girerdin. Kimse kim olduğunuzu, nerede, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi ve işinizi sormazdı. Sadece, kapıda duran ağa, kılığınıza, kıyafetinize bakarak, size yer gösterirdi: Ya büyük sofrada, ya orta sofrada, yahut da alt katta, kahve ocağı sofrasında…

Otur masanın bir kenarına; istersen ne konuş, ne dinle; yaranmaya çalışma; sekiz on türlü yemekten, tıka basa karnını doyur; kahveni iç; usulcacık sıvış, git… Kimse farkında olmaz, onlar dahi işi acayip bulmazdı. Otuz gün ramazanı böylece, yabancı konaklarda iftar etmek suretiyle lord gibi yiyip içerek geçiren binlerce adam vardı.”

Share: